BOŞANMA SEBEPLERİ

Türk Hukukunda evliliğin boşanma yoluyla sonlandırılması mümkün olmakla belirli boşanma sebeplerinin varlığı halinde aile mahkemesince boşanma kararı verilmektedir. Işbu yazımızda Türk Medeni Kanunu’nda genel ve özel boşanma sebepleri olarak yer verilen boşanma sebepleri kısaca izah edilmeye çalışılacaktır.

A- GENEL BOŞANMA SEBEPLERİ

Genel boşanma sebepleri 4271 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 166.maddesinde düzenlenmiş olup bunlar evlilik birliğinin temelinden sarsılması, ortak hayatın yeniden kurulamaması ve anlaşmalı boşanma olarak üçe ayrılmaktadır.

Anlaşmalı boşanma ve ortak hayatın yeniden kurulamaması boşanma sebepleri nedeniyle boşanmaya hükmedilebilmesi için Mahkeme’ce “beklenemezlik ya da “çekilmezlik” şartı araştırılmaz. Bu iki boşanma sebebinde evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı karine olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle, bu iki boşanma sebebinin mutlak boşanma sebeplerinden olduğu söylenebilir. (Akıntürk ve Ateş, ss. 260,274; Gençcan, (Boşanma), ss. 681,743; Oğuzman ve Dural, s.123; Öztan, Bilge: “Türk Medeni Kanununa Göre Evliliği Sona Erdiren Sebepler, Özellikle Boşanma”, Prof. Dr. Turgut Kalpsüz’e Armağan, Ankara 2003, (Sebepler), s. 717, Tekinay, s.172.)

- Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması

Evlilik birliğinin temelinden sarsılması, Türk Medeni Kanunu’nun 166.maddesinde düzenlenmiş olup ilgili hükme göre, evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa eşlerden her biri boşanma davası açma hakkını haizdir. Bu davanın açılabilmesi için dava açan eşin kusursuz olması aranmamıştır. Her ne kadar evlilik birliğinin temelinden sarsılması durumunda kusur unsuru boşanma davasının açılabilirliğine engel değil ise de, 166.maddenin 2.fıkrasında geçen “davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır.” hükmü mucibince, davalının itiraz hakkını kullanması durumunda dava sonucunda hükmedilecek olan tazminat ve yoksulluk nafakası bakımından önem arz etmektedir. (Belirtmek isteriz ki, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 28.03.2019 tarih ve 2017/2-1938 E., 2019/378 K. sayılı kararında ise bu hususta aşağıdaki şekilde karar verilmiştir: “Boşanmanın dayandığı temel ilkelerden biri "kusur" ilkesidir. TMK'nın 166/1. maddesi uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu taktirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Nitekim benzer ilkeye HGK’nın 04.12.2015 tarihli ve 2014/2-594 E., 2795 K. sayılı kararında da değinilmiştir. Bu durumda kusur ilkesine göre genel sebeple (TMK m. 166/1.) boşanmaya karar verebilmek için davalının az da olsa kusurlu olması gerekir. Diğer bir ifadeyle, boşanma davasını açmak hakkı, kusursuz ya da az, eşit veya fazla kusurlu eşindir.”)

Evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanma kararı verilebilmesi için yasa koyucu belirli bir olayın gerçekleşmesi koşulunu aramamış olup birlikteliğin bozulmasına neden olan her türlü olgu yahut hadise nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı kabul edilebilecektir. Öte yandan belirtilmelidir ki, evlilik birliğini sarsan sebeplerin evlilik öncesine ait olup olmaması da önem teşkil etmemektedir. Zira, boşanma davasının açıldığı esnada bu sebeplerin varlığı yeterlidir. Ancak dava açıldıktan sonra meydana gelen hadiseler davaya etki etmeyecektir. (Gençcan, (Boşanma), s.673; Öztan, (Aile), s.680; bu konuda örneğin bkz; Yarg. 2 HD t. 10.10.2012 E. 2012/3626 K. 2012/2228 ile Yarg. 2 HD. t. 17.04.2014 E. 2013/25385 K. 2014/9228. (ilamlar için bkz. Gençcan, (Boşanma), ss. 675-676, dn. 1255 ve 1269.).

Eşler arasında evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan ve uygulamada sıklıkla karşılaşılan vakıaları şu şekilde örneklendirmek mümkündür: Eşlerden birinin diğer eşin çalışmasına veya kariyerini devam ettirmesine engel olması, eşlerden birinin, diğerini, onun rızası dışında ortak konuta aldığı bir akrabası ile yaşamaya zorlaması, eşlerden birinin diğer eşin hastalığı ile ilgilenmemesi, eşlerden birinin akrabalarının diğer eşe karşı gerçekleştirdikleri şiddet (fiziksel, ekonomik, psikolojik şiddet, vs.) eylemlerine eşin sessiz kalması, eşlerden birinin sık sık gece eve gelmemesi, eşlerden birinin cinsel ilişkiye girmesine engel olacak fiziksel veya psikolojik hastalığının olması, eşlerden birinin sebepsiz yere sürekli olarak cinsel ilişkiden kaçınması, eşlerden birinin başkası ile flört etmesi, başkasıyla birlikte yaşaması gibi sadakat yükümlülüğünün ihlali, vb. eylemler evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına elverişli eylemler olarak Yargıtay kararlarında ifade edilmektedir.

Ne var ki, evlilik birliğini temelinden sarstığı iddia edilen eylemlerin boşanma sebebi olarak kabul edilebilmesi için bu eylemlerin sürekli olması gerekir. Bir diğer söyleyişle, bir kereye mahsus olan veya diğer eşin rahatsızlığını belirtmesi üzerine terk edilen davranışlar hukukumuzda boşanma sebebi olarak kabul edilmemektedir.

Türk Medeni Kanunu’nda evliliği temelinden sarsan hadisenin boşanmaya neden olaiblmesi için sarsıntının derecesi bakımından özel bir koşul düzenlenmiştir. Bu koşul “evliliğe devam etmenin eşlerden beklenememesi” olup öğretide ifade edilen adıyla “çekilmezlik”tir. O halde evlilik birliğini temelden sarsacak hadiselerin varlığı, boşanma için her koşulda yeterli değildir. Eğer eşler, çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olsalar da ortak yaşamı sürdürmekte hiçbir güçlük çekmiyorlar ve evlilik birliğini sürdürmeye devam ediyorlarsa boşanma şartlarının gerçekleşmediğini söylemek mümkündür. Bu nedenle, hakimin takdir yetkisi çerçevesinde olayın özellikleri, oluş biçimi, eşlerin kültürel sosyal durumları, eğitim durumları, mali durumları, eşlerin birbirleri ve çocukları ile olan ilişkileri, yaşadıkları çevrenin özellikleri, toplumun değer yargıları gibi hususlar dikkate alınarak evlilik birliğinin temelinden sarsılıp sarsılmadığını tespit etmesi gerekmektedir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 14.03.2019 tarihli ve 2017/2-2067 E., 2019/296 K. sayılı kararı da bu doğrultudadır.

Türk Medeni Kanunu’nun 166. maddesinin ikinci fıkrasında davacının kusurunun daha ağır olduğu hallerde davalının davaya itiraz hakkı olduğu düzenlenmiştir. Ancak Mahkeme’ce davalının itirazının hakkın kötüye kullanımı niteliğinde olduğuna kanaat getirilir ve davalı ve çocuklar açısından korunmaya değer bir fayda görülmezse boşanmaya karar verilebilmektedir. O halde kural olarak bu davada davacı ve davalının kusurlu olması şart olmasa da, davalının itiraz hakkını kullandığı bir davada davacının davasının kabulüne karar verebilebilmesi için, davacının davalıdan daha az kusurlu olması aranmaktadır. Şu hususa da dikkat edilmelidir ki, davalı da evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında kusurlu olabilir; fakat itirazının Mahkeme’ce kabul edilebilmesi için davacının kusurunun davalının kusurundan ağır olması gerekmektedir. Öte yandan davalı, davacının daha fazla kusurlu olduğunu ileri sürmediği sürece hakim bu durumu re’sen değerlendirememektedir. (Gençcan, (Boşanma), ss .385-386; Öztan, (Değişiklik), s.124.)

- Anlaşmalı Boşanma

TMK’nın 166/3. maddesine göre, anlaşmalı boşanma davasının kabul edilebilmesi için aşağıdaki şartların varlığı aranmaktadır:

  • Eşlerin en az 1 yıldır evli olmaları,
  • Eşlerin boşanmak için birlikte başvurması yahut birinin açtığı davanın diğer eş tarafından kabul edilmesi,
  • Hakimin tarafları bizzat dinleyerek eşlerin iradelerini serbestçe ortaya koyduklarına kanaat getirmesi,
  • Eşlerin boşanmanın mali sonuçları ve varsa çocukların velayeti konusunda anlaşmaları,
  • Anlaşmanın hakim tarafından tasdik edilmesi, şartlarının tümünün sağlanması gerekmektedir.

Anlaşmalı boşanma davasında evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı karine olarak kabul edilerek eşler arasında geçimsizlik olup olmadığı, çekilmezlik unsurunun varlığı aranmamaktadır.

Anlaşmalı boşanma kararının kesinleşmesinden sonra, boşanmadan sonra ortaya çıkan yeni sebepler ve değişen şartlar nedeniyle, eşlerin, aşırı ifa güçlüğüne düştükleri iddiası yahut diğer eşin nafakayı alabilmek için fiilen bir başkası ile evli gibi yaşamasına rağmen evlenmediği gibi iddialar ile mali sonuçların uyarlanması ve velayetin değiştirilmesi yahut kaldırılıp çocuğa vasi atanması talebleriyle ayrı bir dava açmalarına yasal bir engel yoktur. Ayrıca, eşlerin, uyarlama davası açabilmeleri için, anlaşmada nafaka yahut tazminat ödenmesine karar vermiş olmaları gerekir. Eğer eşler, anlaşmada mali sonuçlara dair taleplerinin olmadığını kararlaştırmışlarsa boşanma davasından sonra mali sonuçlara dair taleplerini içeren bir dava açamazlar.

Hâkim, anlaşmanın ahlaka veya iyiniyet kurallarına aykırı olduğu, aşırı yararlanma olduğu, çocukların menfaatine aykırı olduğu, anlaşmanın açık ve anlaşılır bir dille yazılmadığı, eşlerden birinin iradesinin sakatlandığı gibi nedenlerle tarafların anlaşmasını uygun bulmaz ise gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Ancak, bu değişiklikleri Türk Medeni Kanunu 166 maddesinin üçüncü fıkrası hükmü gereğince tarafların ve çocukların menfaatlerini, somut olayın özelliklerini, eşlerin sosyal, kültürel, ekonomik özelliklerini de göz önünde bulundurarak yapar. (Ersöz, (Sebepler), s.244; Öncü, s.796; Seçer, s.778; Toksöz, s.57. )

Hâkimin anlaşmada yaptığı değişiklikleri, eşlerin kabul etmesi ve eşlerin bu yeni düzenleme üzerinde anlaşmaları şarttır. Hâkim tarafından yapılan değişiklikler eşler tarafından aynen kabul edilmedikçe eşlerin anlaşmalı boşanmasına karar verilemez (TMK m.166/III c.4).

Yargıtay da pek çok kararında, temyiz aşamasında dahi eşlerin yeni bir anlaşma düzenleyip verebileceklerini, yeni anlaşmanın ilk kararı veren mahkeme tarafından incelenmesi ve eşlerin özgür iradeleri ile anlaşmayı düzenlediklerine dair kanaate varabilmesi için hakimin eşleri yeniden dinlemesi gerektiğini belirterek dosyanın ilk derece mahkemesine geri gönderilmesine karar vermiştir. Kanunun açık hükmü gereğince, ergin olmayan çocukların velayeti, velayet kendisine bırakılmayan eşin çocuklarla ilişkisi, iştirak nafakası ödenip ödenmeyeceği, ödenecekse tutarı gibi hususların anlaşmada mutlaka düzenlenmesi gerekmektedir. Aksi halde, kanun yolu aşamasında bu durum re’sen dikkate alınarak boşanma şartının gerçekleşmediği yönünde karar verilmektedir.

- Ortak Hayatın Yeniden Kurulamaması (Fiili Ayrılık)

Ortak hayatın kurulamaması nedeniyle boşanma kararı verilebilmesi için

  • Diğer boşanma sebepleri nedeniyle daha önce boşanma davası açılmış olması,
  • Mahkemenin bu davanın reddine ilişkin kararının kesinleşmiş olması,
  • Kararın kesinleşmesinden itibaren üç yıl geçmesi ve buna rağmen ortak hayatın yeniden kurulamaması şartlarının tümünün birlikte gerçekleşmesi aranmaktadır.

Sayılan şartların tamamlanması halinde, hâkim evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığını ayrıca araştırmayacaktır. Ortak hayatın yeniden kurulamamasına ilişkin şartlar gerçekleşirse hâkim başkaca bir araştırma yapmaksızın boşanmaya karar vermekle yükümlüdür.

B- ÖZEL BOŞANMA SEBEPLERİ

Özel boşanma sebeplerini kendi içerisinde “özel mutlak boşanma sebepleri” ve “özel nisbi boşanma sebepleri” olarak ayırmak mümkündür. Özel mutlak boşanma sebepleri; zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış ve terk olarak kanun koyucu tarafından düzenlenmiştir. Özel nisbi boşanma sebepleri ise küçük düşürücü suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme ile akıl hastalığı olarak kanunda düzenlenmiştir. Mutlak boşanma sebeplerinde evlilik birliğinin çekilmez hale geldiği karine olarak kabul edilmişken, nisbi boşanma sebeplerinde hakim evlilik birliğinin devamının eşlerden beklenemez olduğunun sübuta erip ermediğini araştırmakla yükümlüdür.

  1. Özel Mutlak Boşanma Sebepleri

a. Zina Zina, evlilik birliği devam ederken, erkek eşin başka bir kadınla veya kadın eşin başka bir erkekle isteğiyle cinsel ilişki kurmasıdır.

Zinanın gerçekleştiğine ilişkin bir durumdan bahsedebilmek için üç temel unsurun varlığı aranmaktadır. Bunlar,

  • Hukuken kurulmuş geçerli bir evlilik olmalı,
  • Eş dışında başka ve karşı cinsiyetten biriyle cinsel ilişkinin var olması,
  • Son olarak cinsel ilişkide eşin kusurlu olması, yani zinanın bilerek ve isteyerek yapılmasıdır.

Zina aşamasına varmayan flört eylemleri ise ancak evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebiyle açılacak boşanma davasına konu edilebilmektedir298. Örneğin, Yargıtay bir kararında, davalının karşı cinsiyetten biri ile olan görüşmelerinin zina aşamasına ulaşmadığını, davalıya yüklenen davranışların güven sarsıcı davranış aşamasında kaldığını bu nedenle zina şartlarının oluşmadığına hükmetmiştir.

Zina nedenine dayalı boşanma davası açılabilmesi için yasada hak düşürücü süre öngörülmüş olup bu süre eşin boşanma sebebini öğrenmesinden itibaren 6 ay ve her halde zina eyleminin üzerinden 5 yıl geçmesi ile sona ermektedir. Bununla birlikte, TMK’nın 161/3.fıkrasında affeden tarafın dava hakkının bulunmadığı açıkça hüküm altına alınmış olup ilgili yasal düzenleme karşısında, zina yapan eşin eyleminin affedilmesi halinde dava hakkı ortadan kalkmaktadır.

b. Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış

Hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış mutlak boşanma sebeplerinden olup eşlerden birinin diğerini öldürmeye yönelik yahut sağlığını bozucu veya tehlikeye düşürücü, acı, eziyet, ızdırap verici bir eylemde bulunduğunun ispatı halinde mahkemece boşanma kararı verilir. Yasaya göre, Mahkeme’nin, bu boşanma sebebinin sabit olması durumunda ayrıca evlilik birliğinin temelinden sarsılıp sarsılmadığını araştırma yetkisi bulunmamaktadır.

Belirtmek isteriz ki, salt öldürme tehdidi ise hayata kast kapsamında değerlendirilememektedir. Öte yandan hukukumuzda hayata kast eyleminin muhakkak eşe karşı işlenmiş olması aranmaktadır. Meğerki bu eylem eşin yakınlarına olursa bu kez “suç işlemek sebebiyle” boşanma davası ikame edilebilir.

Bununla birlikte, hayata kast, pek kötü davranış veya onur kırıcı davranış sebebiyle açılacak olan boşanma davasının Türk Medeni Kanunu’nun 162/2.maddesinde düzenlenen yasal süresi içinde açılması gerekmektedir. İlgili hükme göre, boşanma sebebinin öğrenilmesinden itibaren 6 ay ve her halde sebebin ortaya çıkmasından itibaren 5 yıllık hak düşürücü süre içinde boşanma davası açılmalıdır. Yine, zina nedeniyle boşanma davasında olduğu gibi affeden tarafın dava hakkının ortadan kalktığını söylemek mümkündür.

c. Terk

Türk Medeni Kanunu’nun 164. maddesinde düzenlenen terk, eşlerden birinin, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek için kasıtlı ve devamlı olarak, ortak hayatı terk etmesi veya haklı bir sebep olmaksızın ortak hayata dönmemesi olarak ifade edilebilir. (Ersöz, (Sebepler), s.238; Gençcan, (Boşanma), s.241; Hatemi, (Aile), s.119; Öztan, (Aile), s.666; Petek, Hasan, “Terke Dayalı Boşanmada Manevi Tazminat”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 12, Sayı 2, Yıl 2010, s. 45; Tutumlu, (Sonuçlar), s.198, Zevkliler, Gökyayla ve Acabey; s.988; Zevkliler, Havutçu, Ertaş, Acabey ve Gürpınar, s.306.)

Terk nedeniyle boşanma davası açılabilmesi için TMK md.164’te aşağıdaki koşulların varlığı aranmaktadır:

  • Eşlerden birinin haklı bir sebebe dayanmaksızın evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla ortak hayatı terk etmesi veya haklı bir sebebi olmaksızın ortak konuta dönmemesi,
  • Terkin üzerinden en az 6 ay süre geçmiş ve terk olgusunun hala devam ediyor olması,
  • Hakim veya noter tarafından yapılan “eve dön” ihtarına rağmen terk eden eşin iki ay içinde ortak yaşama dönmemesi, gerekmektedir.

Terk eden eşin eve dönmesi için gösterilen evin bağımsız kullanmaya elverişli, dönmesi istenen eşin kullanımına hazır ve eşlerin sosyal düzeyi ile uyumlu olması gerekmektedir. (Yargıtay 2.Hukuk Dairesi’nin 20.11.2012 tarihli ve 2012 /7792 E. 2012/27579K. sayılı kararı)

Ayrıca, ihtarı yapan eşin, terk eden eşin ortak konuta dönmesi konusundaki isteğinde de samimi olması gerekmektedir. Buradaki samimiyetten, terk edenin birlikte yaşama yükümlülüğüne aykırı davranışını, terk edilen eşin affettiği ve yeniden ortak hayatın kurulmasını istediği anlaşılmaktadır.

  1. Özel Nisbi Boşanma Sebepleri

a. Küçük düşürücü suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme

Türk Medeni Kanunu’nun “Küçük Düşürücü Suç İşleme ve Haysiyetsiz Hayat Sürme” başlıklı 163.maddesi aşağıdaki gibidir:

“Eşlerden biri, küçük düşürücü bir suç işler veya haysiyetsiz bir hayat sürer ve bu sebeplerden ötürü onunla birlikte yaşaması diğer eşten beklenmezse, bu eş her zaman boşanma davası açabilir.”

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda hangi suçların küçük düşürücü olduğuna dair bir ayrım yapılmamış olup doktrinde eşlerden birinin işlediği suçun, suç işleyen eşin toplumdan dışlanmasına, kınanmasına, ayıplanmasına, onun toplumdaki konumunun sarsılmasına neden olacak mahiyette ise küçük düşürücü suç olduğu kanaatine varılmalıdır. Örneğin, yağma, cinsel dokunulmazlığa yönelik suçlar, sahtecilik suçları gibi suçlar bu kapsamda değerlendirilebilecektir.

Haysiyetsiz hayat sürme kavramına gelindiğinde,Yargıtay’ın fuhuş amacıyla gizli randevu evi işletilmesi, ayyaşlık düzeyinde alkol kullanılması, ensest, kumarbazlık, uyuşturucu madde bağımlılığı, eşinden başkaları ile ilişkiyi yaşam biçimi olarak benimsemek gibi davranışları haysiyetsiz hayat sürme olarak kabul ettiği söylenebilir.

Haysiyetle bağdaşmayan eylemin bir defaya mahsus olarak yapılması halinde boşanma davası açılamaz. Zira, yasada haysiyetsiz olduğu değerlendirilen davranışın yaşam tarzı haline gelmiş olması yani birden fazla kez tekrarlanmış olması aranmaktadır.

Bununla birlikte, nisbi boşanma sebebi olmasının sonucu olarak hakimin haysiyetsiz hayat sürme veya küçük düşürücü suç işleme boşanma sebebi nedeniyle diğer eşin evlilik birliğini sürdürmesinin çekilmez hale gelip gelmediği hususunda takdir yetkisi bulunmaktadır.

b. Akıl hastalığı

Türk Medeni Kanunu’nun 165.maddesinde düzenlenen “akıl hastalığı” nedeniyle boşanma davası açılabilmesi için

  • Eşlerden birinin akıl hastası olması,
  • Akıl hastalığının iyileşmesinin imkansız olması,
  • Ortak hayatın diğer eş için çekilmez hale gelmesi gerekmektedir.

Otizm, depresyon, anksiyete, panik atak, obsesif kompulsif bozukluk, paranoya, şizofreni gibi hastalıklar akıl hastalığı olarak kabul edilmektedir. Ancak akıl hastalığının da nisbi boşanma sebebi olması nedeniyle, boşanma kararı verilebilmesi için diğer eş yönünden evlilik birliğini çekilmez hale getirmiş olması aranmaktadır. Yargıtay kararlarında, hasta olan eşin ayırt etme gücünden sürekli yoksun olması, sağlıklı eşin hayatını, sağlığını tehlikeye sokabilecek veya sürekli korku altında olmasına neden olan saldırılara maruz kalması, hasta eşin cinnet nöbetleri geçirmesi, hasta eşin sürekli sağlık kurumu kontrolü altında olmasını gerektirecek durumunun bulunması hallerinde ortak hayatın diğer eş için çekilmez hale geldiği kabul edilmektedir.

Öte yandan akıl hastalığı, hakimin uzmanlık alanı dışında olması nedeniyle yargılama aşamasında davalı eş hakkında resmi sağlık kurulu raporu alınması gerekmektedir. Belirtilmelidir ki, resmi sağlık kurulu raporunun muhakkak Adli Tıp Kurumu İhtisas Dairesinden yahut resmi ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinden alınması ve davalı eşin akıl hastalığı olduğunun tereddüde mahal bırakmayacak şekilde tespiti gerekmektedir.