
YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA SÖZLEŞMENİN DEĞİŞEN KOŞULLARA UYARLANMASI
Bilindiği üzere Covid-19 salgınının ülkemizde yayılmasını önlemek amacıyla bazı işyerlerinin kapatılması, şehirlerarası seyahat kısıtlamaları ve sokağa çıkma yasakları getirilmesi, karantina uygulamaları, vb. günlük yaşamı ve ekonomiyi ciddi şekilde etkileyen önlemler alınmıştır. Alınan önlemlerin sözleşmelerin ifa sürecini etkilediği/ etkilemeye devam ettiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Bu nedenle, işbu makalemizde bahse konu küresel salgın nedeniyle ilerleyen dönemde çokça tartışılacağını değerlendirdiğimiz sözleşmenin uyarlanması kurumunu Yargıtay kararları ışığında değerlendirmeye çalışıyor olacağız.
Sözleşmenin Uyarlanması
Sözleşmeler hukukuna hâkim olan temel ilke ahde vefa (pacta sunt servanda) prensibidir. Bir diğer söyleyişle, “sözleşmeye bağlılık” olan bu prensibe göre, sözleşme yapıldığı andaki gibi aynen uygulanmalı ve hükümlerine riayet edilmelidir. Sözleşme koşulları borçlu için sonradan ağırlaşmış, edimler dengesi sonradan ortaya çıkan olaylar nedeniyle değişmiş olsa bile, borçlu sözleşmedeki edimini aynen ifa etmelidir. Ne var ki sözleşme kurulduktan sonra ortaya çıkan bazı durumlarda borcun ifası imkânsız olmamakla birlikte oldukça ağırlaşmakta ve taraflardan biri için katlanılamayacak derecede bozulabilmektedir. İşte bu durumda “sözleşmeye bağlılık” prensibine sıkı sıkıya bağlı kalmak adalete aykırı sonuçlar doğurabileceğinden “sözleşmeye bağlılık” ilkesinin bir istisnasını teşkil eden “sözleşmenin uyarlanması” kurumu gündeme gelebilecektir.
İçinde bulunduğumuz koronavirüs salgınının önlenmesine yönelik alınan tedbirlerin de – her somut olay özelinde ayrı değerlendirilmek koşuluyla – sözleşme koşullarını bir taraf aleyhine aşırı ölçüde ağırlaştırdığını ve bazı sözleşmeler yönünden uyarlama kurumunun uygulanma imkanının bulunacağını söylemek kanaatimizce hatalı olmayacaktır.
Belirtmek isteriz ki 818 sayılı Borçlar Kanunu döneminde “dürüstlük kuralı” uyarlama sorununun çözümü için öngörülen temel ilke olmasına rağmen 2012 yılında yürürlüğe giren Türk Borçlar Kanunu’nun 138.maddesi ile uyarlama yasal düzenlemeye kavuşturulmuştur. TBK’nın 138.madde hükmüne geçmeden önce madde başlığında geçen “aşırı ifa güçlüğü” ibaresinin tanımlanmasında yarar bulunmaktadır.
Aşırı ifa güçlüğü, doktrinde sözleşmenin yapıldığı sıradaki koşulların sonradan öngörülemez şekilde değişmesiyle birlikte, sözleşmenin kurulduğu andaki şartlar ile sonradan ortaya çıkan şartların birbiriyle örtüşmemesi ve sözleşmenin kurulduğu an ile ifa anı arasındaki uyumun ortadan kalkmış olması; bunun sonucu olarak borçlu için edimin yerine getirilmesinde aşırı bir fedakarlığa katlanılması hali olarak tanımlanmaktadır. (EREN, s.347-348,s.503) Tanımdan da anlaşılacağı gibi aşırı ifa güçlüğünde edim imkansızlaşmamakla birlikte, borcun yerine getirilmesi sözleşme koşullarının öngörülemez bir şekilde ağırlaşması nedeniyle aşırı şekilde güçleşmektedir. Bu nedenle aşırı ifa güçlüğü yaşayan tarafa, işlem temelinin çökmesinin sonucu olarak uyarlama hakkı tanınmaktadır.
Bir sözleşmenin değişen koşullara uyarlanabilmesi TBK md.138’de öngörülen birtakım koşulların varlığına bağlanmış olup ilgili hüküm aşağıda alıntılanmaktadır:
“Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da henüz borcunu ifa etmemiş olur veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hakimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.”
Buna göre, sözleşmenin değişen koşullara uyarlanabilmesi ya da dönme hakkının kullanılması dört koşulun birlikte gerçekleşmesine bağlanmıştır:
- Sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum ortaya çıkmış olmalıdır.
- Bu durum borçludan kaynaklanmamış olmalıdır.
- Bu durum, sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhinde değiştirmiş olmalıdır.
- Borçlu borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır.
Yukarıdaki koşulların tümü aynı anda gerçekleşmiş ise borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteyebilecek; bunun mümkün olmaması halinde ise sözleşmeden dönme yahut fesih hakkını kullanabilecektir.
TBK md.138 hükmünde “…borçlu, hakimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme ,...” ifadesi kullanılmış olmasına rağmen öğretide bu hüküm uyarlamanın muhakkak hakimden talep edilmesi şeklinde yorumlanmaması gerektiği ifade edilmektedir. Değişen koşullardan zarar gören taraf, sözleşmenin uyarlanması talebini sözleşmenin karşı tarafına bildirerek yeniden müzakere edilmesi talebinde bulunabilir. Karşı tarafa bu amaçla yapılması gereken bildirim aynı zamanda dürüstlük kuralının da bir gereği olarak kabul edilmektedir. (GÜRSOY, s. 170; ERMAN, Beklenilmeyen Haller, s. 89; BAŞBUĞ, s. 36.) Ancak dostane yollarla çözüme ulaşılamadığı ve uzlaşma sağlanamadığı durumlarda ise anlaşmazlığın giderilmesi için taraflarca mahkemeden uyarlama talebinde bulunulabilecektir. Önemle belirtmek isteriz ki, uyarlama hakkının kullanılması için karşı tarafa yapılacak olan yeniden müzakere bildirimi somut olaya ve sözleşmenin niteliğine göre uygun bir zamanda yapılmalıdır. Aksine davranış uyarlama hakkından vazgeçilmesi olarak yorumlanabilecektir. Nitekim aşağıda örneklenen içtihatta uyarlama davasının uzun bir süre geçtikten sonra açılması nedeniyle sözleşmenin benimsendiği kabul edilerek uyarlama talebinin reddine karar verilmiştir.
Yargıtay 13.Hukuk Dairesi’nin 16.05.2019 T., 2017/8736 E., 2019/6211 K. Sayılı kararında,
“Dava konusu olayda; davacının murislerinin 1976 yılında ölümünden yaklaşık 38 yıl geçtikten sonra iş bu davanın açılmış olması nazara alındığında, sözleşmenin davacı tarafından benimsendiğinin kabulü gerektiği, bu nedenle dava konusu olayda TBK.nun 138.maddesinde gösterilen uyarlama koşullarının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, mahkemece bu gerekçeyle uyarlama talebinin ve davanın reddine karar verilmesi gerekirken aksine düşüncelerle yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.”
Uyarlama Davası
Hakim, önüne gelen uyuşmazlıkta, önce sözleşmede daha sonra kanunda olumlu ya da olumsuz uyarlama (intibak) hükmünün bulunup bulunmadığını tespit edecek; sözleşmede ya da kanunda hüküm bulunmadığı takdirde uyarlama koşullarının somut uyuşmazlık bakımından uygulanıp uygulanmayacağına karar verecektir.
Hakim, şartların oluştuğuna ve sözleşmenin değişen koşullara uyarlanmasına karar verirse, sözleşmenin taraflarının menfaatlerini de göz önünde bulundurarak sözleşmenin amacına en uygun düşen uyarlama şekline karar verecektir. Bu açıdan hakimin uyarlama miktarı ve yöntemini belirlemede serbest olduğu, menfaat dengesini dikkate alarak hakkaniyet ölçüsünde uyarlama talebinde bulunan tarafın talep ettiği uyarlama tarzından farklı bir düzenleme yapmaya yetkişi olduğu belirtilmiştir.
Öte yandan sözleşmede olumlu ya da olumsuz uyarlama kaydı bulunmakla birlikte, uyarlama kaydının aynen uygulanmasını talep etmenin hakkın kötüye kullanılması anlamına gelebileceği durumlarda da hakim somut olayın özelliğine göre uyarlamaya karar verebilecektir. Nitekim aşağıda emsalen örneklenen Yargıtay içtihadında da bu husus açık bir biçimde ifade edilmektedir.
Yargıtay 13.Hukuk Dairesi’nin 29.11.2013 T., 2012/8250 E., 2013/2623 K. Sayılı kararında,
“Karşılıklı sözleşmelerde edimler arasındaki dengenin olağanüstü değişimler yüzünden alt üst olması, borcun ifasının önemli ölçüde güçleşmesi durumunda, “işlem temelinin çökmesi” gündeme gelir. İşte bu durumda hâkim, somut olayın verilerine göre alacaklı yararına borçlunun edimini yükseltmeye veya borçlu yararına onun tamamen veya kısmen edim yükümlülüğünden kurtulmasına karar verebilir ve sözleşmeye müdahale ederek sözleşmeyi değişen koşullara uyarlar. Sözleşmenin yeni durumlara uyarlanması yapılırken önce sözleşmede, daha sonra kanunda bu hususta intibak hükümlerinin bulunup bulunmadığına bakılır. Sözleşmede ve kanunda hüküm bulunmadığı takdirde, sözleşmenin değişen hal ve şartlara uydurulmasının gerekip gerekmeyeceği incelenir. Bazen de sözleşmede olumlu ya da olumsuz intibak kaydı bulunmakla beraber aynen uygulanmasını talep etmek TMK md.2/2 anlamında hakkın kötüye kullanılması anlamına gelebilir. Böyle bir durumda sözleşmedeki intibak kaydına rağmen edimler arasında aşırı bir nispetsizlik çıkmışsa, uyarlama yine yapılmalıdır. İşlem temelinin çöktüğünün dikkate alınması dürüstlük kuralının gereğidir.”
Uyarlama koşullarının oluşmasıyla sözleşme değişen koşullara göre uyarlanacak veya sona erdirilecektir. Sözleşme üzerinde yapılacak uyarlama, sözleşme içeriği değiştirilerek gerçekleştirilmektedir. Örneğin, sözleşmede taksitli ödeme, kısmi ödeme, faizin kaldırılması, ifa yeri ve ifa zamanının değiştirilmesi gibi değişiklikler yapılabilmesi mümkündür.
Yargıtay 6.Hukuk Dairesi’nin 05.11.2014 T., 2014/8505 E., 2014/11919 K. sayılı kararında,
“Davacı vekili dilekçesinde, davacının uzun yıllardan beri davalı tarafın kiracısı olduğunu, dava konusu taşınmazın davacı ile yapılan sözlü ve yazılı akitlerle 08/01/2012 tarihine kadar davacıya aylık 3.000 Euro'ya kiraya verildiğini, sözleşme süresinin sona ermesiyle davalının ihtarname ile taşınmazın kira bedelinin ilk yıl için aylık 18.000 TL olarak ödenmesinin talep ve ihtar edildiğini, ancak Van ilinde yaşanan doğal felaket nedeni ile şehir nüfusunun 3/4'lük kısmının şehir dışına çıktığını, davacının bu dönemde zarar ettiğini ve nerdeyse bazı günler satış bile yapmadığını, deprem nedeniyle taşınmazda hasar meydana geldiğini, bu nedenle davacının mağduriyetinin daha da arttığını, bu dönem içinde tüm yakın iş yerlerinde kira bedelinin düşürüldüğünü belirterek 09/01/2012 tarihinden itibaren kiralananın aylık kira bedelinin 4.000 TL olarak tespitine karar verilmesini istemiştir. Olayımızda ise, sözleşmenin uyarlanmasına ilişkin yukarıda açıklanan kural ve yöntemler ile mahkemece Van depremi sonrasında deprem nedeniyle kira bedelinin düşürülmesini gerektirir bir durum olup olmadığı incelenerek talep konusu dönemde bölge nüfusunun azalıp azalmadığı, işlem temelinin çöküp çökmediği, ticaretin durma noktasına gelip gelmediği tespit edilerek sonucuna göre asıl dava hakkında bir karar verilmesi gerekir.”
Yargıtay 3.Hukuk Dairesi’nin 11.09.2019 T., 2017/14157 E., 2019/6526 K. sayılı kararında,
“Somut olayda; taraflar arasında geçerli kabul edilen kira sözleşmesi 01/07/2007 başlangıç tarihli ve 5 yıl süreli olup davacının, 24/11/2014 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere değişen, hal ve şartlara göre kira bedelinin uyarlanmasını talep etmiş olduğu görülmektedir. Uzun süreli kira sözleşmelerinde edimler arasındaki dengenin aşırı bozulması ve sözleşmenin taraflar açısından çekilmez hale gelmesi durumunda kira parasının günün ekonomik koşullarına uyarlanması için her zaman "uyarlama" davası açılabilir. O halde Mahkemece yapılacak iş; konularında uzman üç kişilik bilirkişi kurulundan, tüm bu veriler, kiralananın niteliği, kullanma alanı, konumu, bölgedeki kira parasını da etkileyecek normalin üstündeki imar ve ticaret değişiklikleri, emsal kira paraları, vergi ve amortisman giderlerindeki artışlar, döviz kurlarındaki ani ve aşırı iniş ve çıkışlar ile ülkeyi sarsan ciddi ekonomik kriz veya doğal afetlere bağlı ödeme esaslarının yeniden düzenlenmesini gerektirecek olayların varlığı araştırılıp değerlendirilmek suretiyle bir rapor alınarak hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile kira bedelinin tespiti davasındaki usul ve esaslara göre hazırlanan bilirkişi raporuna göre hüküm kurulduğu görülmektedir. Bu durumda, Mahkemece, yukarıda bahsedilen hususlar gözetilerek şartları oluşması halinde kira bedelinin uyarlanması gerekirken, eksik inceleme ile hazırlanan rapor uyarınca hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.”
Bununla birlikte, bir sözleşmede uyarlama koşulları uygulanmak suretiyle sözleşmenin ayakta tutulması mümkün ise bu çözüm sözleşmenin sona erdirilmesinden öncelikli olarak değerlendirilmeli; ancak sözleşmenin uyarlanması suretiyle devamı mümkün değilse yahut taraf iradeleri sona erdirme yönünde ise bu durumda sözleşmenin sona erdirilmesi yoluna gidilmelidir.
Sonuç olarak, sözleşme hukukunun temel prensibi olan ahde vefa ilkesinin sıkı sıkıya uygulanması her zaman hakkaniyetli ve sözleşme adaletine uygun sonuçlar doğurmayabilir. Sözleşme kurulduktan sonra meydana gelen ve taraflarca öngörülemeyen olaylar (salgın hastalık, savaş, deprem, olağanüstü felaket, vs.) neticesinde edimin yerine getirilmesi aşırı ölçüde güçleşebilir. Bu durum dürüstlük kuralı gereği, sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını gerekli kılıyorsa artık sözleşme yeni hal ve şartlara göre değiştirilmeli; değişen koşullara uyarlanmalıdır. Yukarıda izah edilen koşulların tümünün varlığı halinde, borçlu sözleşmenin uyarlanmasını, mümkün olmadığı takdirde ise sona erdirilmesini talep edebilecektir.